Kime, Neye, Neden Güvenli Bağlanma
Pek çoğumuz -iyi ya da kötü- bir ailede dünyaya geliriz. Saf, karşılıksız bir şekilde aile üyelerimize bağlanır, ilk eğitimimizi bu aile içinde alırız. Hayatımız, insanlara bakış açımız bu bağlanmanın ve aldığımız eğitimin şekline göre biçimlenir. Şu anda tüm dünyada kabul görmüş olan bu kuram -Bağlanma kuramı- psikolog, sosyolog ve bilim adamlarının uzun yıllar çalışarak ulaşmış oldukları bilimsel gerçeklerdir.
Dünyada nimet olarak verilmiş her şey bizler için ya numunedir ya da bizi Allah’a ulaştıracak vesilelerdir. Numunedir, vazifelerini yerine getiren, sabreden, şükreden bir kul için, öbür dünyada bu nimetler misliyle karşınıza çıkacak mesajı vermektedir. Aynı zamanda bizim için bir rahmettir ki; numunesini gördüğümüz bir şeye inanmak bizler için daha kolaydır. Peygamber Efendimiz “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanacaklar.” buyurmuştur. Rüyada gördüğümüz bir yiyecekten ne kadar istifade ediyorsak dünya nimetlerinden de o kadar istifade ettiğimiz anlamına gelmez mi bu hadis? Demek ki asıl nimetler, asıl yurdumuza vardığımızda bize sunulacaktır.
Vesiledir; mesela sevgi; bizim inancımıza göre sevginin veriliş amacı muhabbetullahtır. Yani insanın ulaşacağı nihai nokta Allah sevgisidir. Bütün sevgiler, sevgililer ona olan muhabbete vesiledir. İnsan, ancak sahte sevgilerden ve sevgililerden arındığında bu muhabbeti kavrayacaktır.
Bütün bilmeler, bilimler ve dahi ilimler de marifetullah içindir. Yani ilmimizin gelip dayanacağı son nokta Allah’ı bilmektir. O zaman Allah’ın yarattığı bütün eşya ancak O’na ulaşmamız içindir. Milyonlarca çeşit bitki, hayvan, atomdan galaksilere kadar, kâinatta yaratılmış her şey O’nu bulmamız, bilmemiz, idrak etmemiz içindir.
Şimdi gelelim asıl konumuz olan “bağ, bağlılık, bağlanma” duygularına. Yıllardır araştırmalara konu olmuş, hakkında pek çok bilimsel makale yayınlanmış olan bu mevzu, insana sadece bu dünya için verilmiş olabilir mi? Tabi ki hayır!
Bebek bekleyen anne baba, bebekleri dünyaya gelmeden, imkânları nispetinde, bebeğin tüm ihtiyaçlarını alır, odasını hazırlar ve büyük bir heyecanla misafirlerini beklerler. Anne baba, bebekleri kendilerini tanıdıkça, yüzlerine güldükçe mutlu olur. Anneler “benden başkasına gitmez” sözleriyle adeta övünür. Yaşamı boyunca bir çocuğun anne babasını araması, hatırlaması onlar için en büyük sevinçtir. Aynı şekilde Allahü Teâlâ insanoğlunu yaratmadan tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dünyayı hazır etmiş, bütün nimetlerini ayağının altına sermiş, kulunu da en güzel kıvamda (Ahsen-i takvim) yaratmıştır. Üstün vasıflarla donattığı kulunu kendine halife seçmiştir. Allahü Teâlâ’da bütün nimetlerinin karşılığında bizden böyle bir bağlılık beklemektedir. Başımız sıkıştığında koştuğumuz değil, her anımızda andığımız, her işimizden, her sözümüzden önce durup düşündüğümüz, Rabbim razı olur mu hassasiyetiyle hareket edeceğimiz bir bağlılık.
Rabbine canı gönülden bağlanmış bir insan ondan gelen her şeyi bir hediye olarak görür. Bizim, imtihandır sabredelim dediğimiz, musibet olarak gördüğümüz olaylara dahi, seven sevdiğine zulmeder mi? Bunların hepsi benim için bir nimet, ben bu dünya için yaratılmadığıma göre dert de nimet deva da nimet diyebilmektedir. Yunus Emre bu hissiyatı ne güzel anlatmıştır:
Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş,
Ya derd gönder ya deva,
Kahrında hoş, lütfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lütfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Çocuk yetiştirirken anne babaya düşen en büyük görev çocuğuna Allah korkusu değil, Allah sevgisi aşılamaktır. Verdiği nimetler her vesileyle hatırlatılmalı ve şükür duygusu öğretilmelidir. Öyle ki çocuklar anne babasına nasıl bağlanıyorsa, eş zamanlı olarak bu kadar sonsuz nimeti verene de bağlanacak bilince gelmelidir.
Şimdi şöyle bir hayal dünyasına dalalım; insanların yüzde sekseninin “Müslümanım” dediği bir ülkede yaşıyoruz, bu insanlar gerçek manada Allah ile bağ kurmuş olsalar, en azından her an bizi gördüğünü idrak etmiş olsalar nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk? Eşlerin birbirinin hakkına riayet ettiği, sevgi ve saygı çerçevesinde büyüyen çocuklar, kul hakkı yememek için işini dört dörtlük yapan mimarlar, mühendisler, doktorlar, öğretmenler vs. herkesin birbirine güven duyduğu, kasten suç işleyenin kalmayacağı huzur dolu bir dünya. Ki bizim ecdadımız böyle zamanları yaşamıştır ve inanıyoruz, ileride de mutlaka böyle günler gelecektir.
Korona virüs sebebiyle olağan üstü günler yaşadığımız bu zaman dilimini, hem kendi iç dünyamızı gözden geçirerek, hem de çocuklarımızla kaliteli zaman geçirerek değerlendirmek, yani fırsata çevirmek bizim elimizde. Sadece sahip olduğumuz nimetleri her gün hatırlamak, çocuğumuza hatırlatmak, çocuğun küçük dünyasında unutulmaz izler bırakmak, bir farkındalık oluşturmak Rabbine bağlı çocuklar yetiştirmenin ilk adımı olacaktır.